6 Temmuz 2011 Çarşamba

*Psikiyatri (6)

Psikiyatri
Ruh Hekimliği – psikiyatri – tıbbın bir dalıdır. Kişinin duygusal yetilerinde, davranışlarında ve çevreye uyumunda görülen bozuklukların incelenmesi, tanımlanması, sınıflandırılması ve tedavisi ile uğraşır.
Hekimlik ve ruh hekimliği insanlık tarihi kadar eskidir. Psikiyatri, tıbbın çeşitli dallarına oranla genç bir bilim dalı sayılır. Gerçekte ise, o da en az öbür dallar kadar eski ve uzun bir geçmişe sahiptir. Ruh hekimliğinin çağımızda geldiği yeri daha iyi anlayabilmek için tarihinden kısaca bahsetmek uygun olacaktır. Ruh hastalıkları ilk çağlarda doğa üstü güçlere bağlanmıştır. Büyücü hekimler ve şamanlar çeşitli törenler ile zararlı ruhları kovarak hastalıkları iyileştirmeye çalışmışlardır. Hastalıklar ile ilgili bütün açıklamalar, korunma ve tedavi yolları büyü ve doğa üstü güçlere(cin, peri, şeytan) inanmak ile olmaktaydı. Eski çağlarda Hipokrat ile birlikte hastalıkların doğal etkenlere bağlı olduğu iddia edilmiş olsa da bu aydınlanış dönemi uzun sürememiş ve orta çağın başlangıcı ile tekrar büyüsel-gizemci düşünce hakim olmuştur. Avrupa’da psikiyatri alanında gerçek bilimsel çalışmalar orta çağın kapanması ve ruh hastalıklarını katı, dinsel inançlarla açıklayan görüş ve uygulanmaların son bulmasıyla başlamıştır. İlk olarak 17.yy da ruh hastalıkları hakkında bir kararın din adamlarınca değil de hekimlerce verilmesi gerektiği kabul edilmiştir. 18 ve 19.yy’larda Avrupa’nın ileri gelen ruh hekimleri yeni yeni hastalıklar tanımlamış ve sınıflandırma çabasına başlamışlardır.
Ruh hekimliği son yüzyılda büyük ilerlemeler göstermiştir. Bu ilerlemeler son 30-40 yılda öncelikle tıp bilimleri çerçevesinde çok hızlanmıştır. Geçen yüzyılda hem tıptan hem toplumdan uzak kalan psikiyatri günümüzde hekimliğin önemli bir uzmanlık dalı olmuştur. Tıp bilimlerinin temellerini ve teknolojisini bırakmayan tıp hekimliği, genetik, biyokimya, farmokoloji gibi temel tıp bilimleriyle yakın ilişki içine girmiş; fakat aynı zamanda da ruh çözümleme, ruh bilim, klinik ruh bilimi, toplumsal insan bilim, toplumbilim gibi davranış bilimlerinden de yararlanarak ufkunu genişletmiştir.
İnsanoğlunun ruhsal bozuklukları anlayabilmesi, her şeyden önce kendini ve ruhunu kavrayıp algılayabilmesine bağlıdır. Ruhsal bozuklukların çok büyük bir bölümü kuşkusuz ki sinir sistemin, vücut sıvılarının, metabozlizmanın, hatta bütün bedenin işlevlerindeki eksiklik ve aksaklıklardan ileri gelir. Bozuklukların yine oldukça büyük olan diğer bölümü ise zaman içerisinde yapımız, işlevlerimiz ve çevre koşullarımızın gösterdiği değişikliklerle ortaya çıkmıştır. O halde bu bozuklukların insana özgü oldukları ve insanların bu organik yapı ve işlevlerle birlikte var oldukları düşünülmelidir.
İnsan toplum içinde yaşar. Beraber yaşadığı diğer insanlarla sürekli bir ilişki ve karşılıklı iletişim içindedir. Bu etkileşimin kendi yaşam ve gelişimiyle her zaman uyum ve uygunluk içinde olması söz konusu değildir. Psikiyatrinin alanına giren sorun ve bozuklukların en büyük bölümünüyse doğa ve insan çevremizde kurduğumuz ilişkilerdeki uyumsuzluk ve uygunsuzluklardan kaynaklandığı görülmektedir. İnsan kimi etkilere kendini uyduracak, bu uyum sırasında değişecek, bu kez de bu değişimden ötürü eski uyumunda bozulmalar ve değişimler olacaktır. Her değişim sırasında kendisi zorlanacak, bu yüzden hoş olmayan, acı veren duygular alacak, sıkılacaktır. Kimi etkilere ise uyum yapamayacak, bu yüzden biçimsel bozulmalara uğrayacak ve gene sıkıntı ve acı çekecektir. Sonuç olarak bütün etkilerle insanın bedensel ve ruhsal dengesinde olumlu ya da olumsuz yönde bir dizi değişiklikler olacaktır.Tüm bu değişikliklerin ve diğer organik etmenlerin oluşturduğu ruhsal yaşantılar ve gündelik hayatta ki yansımaları psikiyatrinin uğraş alanıdır.

HAZIRLAYAN: Dr. Fulya Algın Taşkıran, Doç. Dr. Mustafa Bilici

0 yorum:

Yorum Gönder